Kayıtlar

Temmuz 7, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İhtiyar Adam

Köyün birinde yaşlı bir adam varmış. Çok fakirmiş. Ama o kadar güzel bir ata sahipmiş ki kral bile onu kıskanırmış. Kral, at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam atını satmaya yanaşmamış. - Bu sadece bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı hiç, demiş. Ancak bir sabah kalktığında atını ahırda bulamamış. Haberi alan köylüler, ihtiyarın başına toplanmışlar. - Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın, demişler. İhtiyar sakince dinlemiş: - Karar vermek için acele etmeyin, demiş. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu, ondan ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolması kötü mü oldu yoksa iyi mi? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez. Köylüler ihtiyarın verdiği cevaba kahkahalarla gülmüşler. Ardından da evlerinin yolunu tutmuşlar. Kısa bir müddet sonra, at bir gece ans...

Habib Baba

Sultan Murad devrinde, Habib Baba isimli bir ihtiyar varmış. Gemiyle hacca gitmek için, Erzurum’dan kalkmış, günler süren bir yolculuğun ardından İstanbul’a varmış. Fakat geç kalmış, gemiye yetişememiş. Üzülmüş önce gemiyi kaçırdığı için ama sonra “Bunda da vardır bir hayır” diye düşünerek teselli bulmuş. “Ne yapayım? Bari memleketime geri döneyim” diye mırıldanmış çaresizce. Ama günlerdir yollardaymış. Toza toprağa batmış, uyuz olmuş. Memleketine dönmeden önce güzelce bir yıkanıp temizlenmek istemiş ve soluğu bir hamamın kapısında almış. Ancak içeride Sultan Murad Han’ın vezirleri varmış. Bunun için hamamcı, Habip Baba’yı içeri almak istememiş. Habip Baba halini anlatmış: - İzin ver evladım, bir köşede yıkanıvereyim. Kimseler fark etmez beni, demiş. Hamamcı, yaşlı adamın haline acımış, vezirlere görünmeden yıkanmasını tembihleyerek içeriye almış onu. Bir vakit sonra hamama, Sultan Murad Han gelmiş. Ancak padişah kıyafetleri içinde değilmiş. Giydiği eski püskü elbisel...

Elma

Yavuz Sultan Selim Han ve ordusu sefere çıkmış. Uzunca bir müddet yol aldıktan sonra, etrafı elma ağaçlarıyla çevrili bir yerde dinlenmeye çekilmiş ordu, bir müddet dinlendikten sonra da tekrar yola koyulmuş. Biraz yol aldıktan sonra, Yavuz Sultan Selim Han vezirini yanına çağırmış: - Canım elma istedi. Askerlere bir sor bakalım elma varsa versinler, demiş. Vezir dışarı çıkmış, çadır çadır gezmeye başlamış. Ama kimsede elma yokmuş. Vezir, Yavuz’un huzuruna eli boş dönmüş. Utana sıkıla: - Efendim, bir tane bile elma bulamadım, demiş. Bu cevap Yavuz’u sevindirmiş. Gülümseyerek: - Eğer bir elma bile çıksaydı bu seferden vazgeçerdim. Haram yiyen bir orduyla zafer kazanılmaz, demiş.

Sanki Yedim

Keçeli Halil adında iyi yürekli bir adam varmış. En büyük hayali, bir mescit yaptırmakmış. Ama öyle çok zengin biri değilmiş. Mescit yaptıracak kadar parası yokmuş. O da bir karar almış. Ne zaman canı bir şey çekecek olsa “Sanki yedim” deyip yiyeceğe vereceği parayı bir kenara ayırmaya, para biriktirmeye başlamış. Gel zaman, git zaman biriktirdiği bu paralar, bir mescit yaptıracak miktara ulaşmış. Keçeli Halil, güzel bir mescit yaptırmış. Adını da “Sanki Yedim” koymuş.

İki Köpek

Dervişin biri, kulübesinin önünde torunuyla birlikte oturuyormuş. Az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpek varmış. Dervişin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekmiş bunlar. Biri beyaz, biri siyahmış. Dervişin torunu, kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlarmış. Çocuk, “Kulübeyi korumak için biri yeterliyken ötekine ne gerek var” diye düşünüp duruyormuş nicedir. Sonunda dayanamamış, dedesine sormuş. Derviş gülümsemiş: - Onlar, benim için iki simgedir evlat, demiş. - Neyin simgesi, diye şaşkınlıkla sormuş çocuk. - İyilikle kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu hatırlarım. Onun için ikisini de yanımdan ayırmam. Çocuk, dedesinin sözleri üzerine “Bir mücadele varsa bir kazanan da olmalı” diye düşünmüş ve sormuş: - Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? Dedesi gülümsemiş: - Hangisi olacak evlat? B...

Hayat Sofrası

Ermişlerden birine sormuşlar: - Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? - Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları, yani dillerinden sevgi sözcüğünü düşürmedikleri halde sevmeyi bilmeyenleri çağırmış. Güzel bir sofraya oturtmuş onları. Sonra mis kokulu, sıcacık çorbalar almış sofradaki yerini. Ardından da derviş kaşığı denilen bir metre boyunda kaşıklar... Ermiş: - Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz, diye bir de şart koymuş. - Peki, demişler ve içmeye çalışmışlar. Ancak kaşıklar uzun geldiğinden döküp saçmadan yemeyi başaramamışlar bir türlü. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine: - Şimdi, demiş ermiş. Bir de sevgiyi bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgiyle gülümseyen insanlar gelmiş, oturmuş sofraya bu defa. - Buyurun, deyince her biri uzun saplı kaşığını çorbaya daldırıp karşısındakine uzatmış. Böylece her biri ...

Kâinatın Işığı

İngiltere’nin en ünlü ressamlarından olan W.H.Hunt’ın “Kâinatın Işığı” isimli bir tablosu vardır. Tablo, geceleyin elinde fenerle, bir kapıyı vuran ve içeriden cevap bekleyen bir adamı resmeder. Tablo ilk kez sergilendiğinde bir sanat eleştirmeni, tabloyu uzun uzun inceledikten sonra ressama: - Doğrusu güzel bir resim yapmışsınız. Ama bir şeyi anlayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Resimdeki kapının tokmağını çizmeyi unutmuşsunuz çünkü, demiş. Ressam Hunt, gülümsemiş ve: - Benim adamım sıradan bir kapıyı çalmıyor. Bahçedeki bu kapı, insan kalbini simgeliyor. İnsan kalbi, ancak içeriden açılabilir. Bunun için de bir tokmağa ihtiyacı yoktur, diye bilgece bir cevap vermiş.

Bir Top Kumaş

Büyük bir ilim adamı olan Ebu Hanife, aynı zamanda kumaş ticareti yapan bir esnafmış. Bir akşamüzeri dükkânına iki müşteri gelmiş. Kumaş toplarından birini beğenmişler. Fakat yanlarında yeterli para yokmuş. Bunun için kumaşı ertesi sabah gelip alacaklarını söyleyerek ayrılmışlar. Sabah olunca dükkâna erkenden gelen başka bir müşteri, tezgâhın üzerindeki kumaşı beğenmiş ve almak istemiş. Ancak Ebu Hanife: - Bu kumaş satıldı. Siz başka bir kumaşa bakın, diyerek adamın isteğini geri çevirmiş. Adam ısrar etmiş. Kumaşın değerinin iki kat fazlasını vererek kumaşı almak istemiş. Ebu Hanife tekrar: - Bu kumaş satıldı, diyerek teklifi reddetmiş. Müşteri bu sefer de kumaşın değerinin üç katını teklif etmiş. Bunun üzerine Ebu Hanife: - İsterseniz değerinin yüz katını verin, yine de bu kumaşı size veremem. Çünkü ben bu kumaşı başka bir müşteriye Sözümden dönemem, demiş.

Ne Kadar Naziksin Peygamberim!

On senesini Peygamberimizin yanında geçiren Hz. Enes, Peygamberimizin ne kadar nazik bir insan olduğunu anlatıyor: “Peygamberimiz, kendisine soru soranı can kulağıyla dinlerdi. Biriyle tokalaşırken karşısındaki elini çekmeden elini çekmezdi. Biriyle yüz yüze gelince, karşısındaki yüzünü dönüp ayrılmadıkça Peygamberimiz o kimseden yüzünü çevirmezdi. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Tokalaşmak için de önce kendisi elini uzatırdı. Kendisini ziyarete gelenlere ikramda bulunurdu. Oturmaları için hırkasını yere sererdi. Bazen de altındaki minderi misafire verir, kendisiyse yere otururdu.”

Alçakgönüllü Peygamberim

Peygamberimiz çok merhametli bir insandı. Tüm insanları, özellikle çocukları, çok severdi. Çocukları görünce hemen yanlarına gider, selâm verir, onlarla sohbet ederdi. Eline taze bir meyve geçince önce çocuklara ikram ederdi. Peygamberimiz, çok cömert bir insandı. Özellikle fakir ve yoksulları görür gözetir, ihtiyaçla-rını karşılardı. Kapısına birisi gelip bir şey isterse, kendi ihtiyacı olduğu halde yemez, ona verirdi. Giymez, onu giydirirdi. Peygamberimiz çok mütevazı bir insandı. Kimseye üstten bakmaz, kendisini arkadaşlarından ayırt etmezdi. Onlardan birisi gibi yaşardı. Ortak iş yapılacağı zaman hemen kendisi de görev alırdı. Yoldaydılar. Peygamberimiz Sahabelerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Sahabelerden birisi öne çıktı: - Ya Resulallah, koyunu kesmek benim işim olsun, dedi. Bir başkası ileri atıldı: “Ya Resulallah, pişirmesi de benim işim olsun. Başka bir sahabe: - Onu yüzmesi de benim işim olsun, dedi. Böylece kendi aralarında iş b...

Hüseyin Bebek

Peygamberimizin torunu Hüseyin henüz bebekti. Bir seferinde, Peygamberimiz onu kucağına aldı, sevmeye başladı. Bu sırada Hüseyin, Peygamberimizin kucağını ıslattı. Almak için uzandıklarında, Peygamberimiz vermedi. Gülümseyerek: - Bırakın çocuğu, işini bitirsin, buyurdu. Daha sonra bir miktar su istedi ve kıyafetinin kirlenen yerini güzelce yıkadı.

En Sevimli Dede

Sevgili Peygamberimizin, iki torunu vardı: İsimleri Hasan ve Hüseyin’di. Peygamberimiz onları çok severdi. Onlarla oyunlar oynardı. Torunları da onu çok severlerdi. Dedeleriyle birlikte oyunlar oynamayı çok severlerdi. Peygamberimiz, onları sırtına bindirir, - Çocuklar, deveniz çok güzel, sizler de çok güzelsiniz, diyerek gezdirirdi. Hasan ve Hüseyin, dedelerini o kadar çok severlerdi ki o namazdayken bile onunla oyun oynamaya devam ederlerdi. Secdeye gittiğinde sırtına çıkarlardı. Onlar kendiliklerinden ininceye kadar Peygamberimiz secdeden kalkmazdı. Peygamberimiz ayağa kalktığında Hasan gelir, sevgili dedesinin bacaklarının arasından geçmek isterdi. Peygamberimiz de rahatça geçmesi için ayaklarını yana doğru açardı. Böylece Peygamberimiz namazdayken bile torunlarıyla oyun oynamaya devam ederdi.

Hurma Seven Çocuk

Sahabeden Rafi, çocukluğunda başından geçen bir hatırasını şöyle anlatır: “Çocukken yaramazlık yapar, hurma ağaçlarını taşlardım. Bir gün bahçe sahibi beni yakaladı ve ceza vermesi için Hazreti Peygambere götürdü. Peygamberimiz bana: – Çocuğum, hurma ağaçlarını niçin taşladın, diye sordu. Ben de: – Acıkmıştım onun için taşladım, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz: – Bir daha hurma ağaçlarına taş atma. Ağaçların dibine düşenlerden ye! Allah seni doyurur, dedi ve başımı okşadı. Ardından da gülümseyerek: – Allah’ım! Bu çocuğun karnını doyur, diye dua etti.

Çaba Veya Zengin Olmak Yolu

Ashaptan birinin durumu çok bozulmuştu. Bu arada karısı ona; “Resulullah (s.a.v)’ın yanına varıp bir şey istesen” dedi. Bunun üzerine o adam bir şey istemek için Hz. Peygamber’in yanına gitti. Hazretin yanına vardığında Hz. Resulullah (s.a.v) onu görür görmez şöyle buyurdular: “Kim bizden bir şey isterse veririz, kim de ihtiyaçsız olmaya çalışırsa, Allah onu ihtiyaçsız kılar.” Adamcağız Hz. Resulullah (s.a.v)’ın bu sözünü duyunca, kendisinden başkasının kastedilmediğini anlar ve bir şey istemeden huzurlarından ayrılır; evine gelip durumu karısına anlatır; ama ihtiyaç onu zorlar ve ikinci kez Hz. Resulullah’ın huzuruna varır; fakat Hazret’in yine aynı şeyi buyurduğunu görür ve bu olay üç defa tekrarlanır. Bunun üzerine komşusundan bir balta emanet alıp çöle çıkar, bir miktar odun toplayıp pazara getirir ve odunlarını bir buçuk kilo arpaya satar; elde ettiği arpayı ekmek yaparak ailesiyle birlikte yerler. Ertesi sabah daha fazla odun getirir ve yılmadan bu işine devam eder; ...

Dostlarla Müdara

Ebu Hureyre şöyle diyor: Hz. Resulullah (s.a.v) (bir gün) oturdukları halde birden dişleri görülür bir şekilde güldüler. Gülmesinin sebebini sorduğumuzda şöyle buyurdular: “Ümmetimden iki kişi gelip Allah Teala’nın huzurunda duracaklar; onlardan biri diyecek ki: “Allah’ım ! benim hakkımı ondan al!” Allah Teala buyuracak ki: “Kardeşinin hakkını ver !” Borçlu adam arz edecek ki: “Allah’ım ! Benim iyi amellerimden bir şey kalmamıştır (ona verecek dünyevi bir malım da yoktur).” Hak sahibi de diyecek ki: “Ey Rabbim! Öyleyse benim günahlarımdan yüklensin!” Sonra Hz. Resulullah (s.a.v)’in mübarek gözlerinden yaşlar boşanarak şöyle buyurdular: “O gün (kıyamet günü) öyle bir gündür ki insanlar, günahlarının başka bir kimseye yüklenmesine ihtiyaç duyarlar. Allah Teala hakkını isteyen kimseye şöyle buyurur: “Gözlerini çevir, cennete doğru bir bak, ne görüyorsun?” O zaman başını kaldırıp güzel nimetleri görünce hayretle; “Allah’ım ! Bunlar kimin içindir?” diyecektir. Allah Teala- “O h...

Yetimler İçin Ağlamak

Uhud savaşında İslam savaşçılarından çoğu şahadete erişti, Hz. Hamza da o savaşta şehit düştü, hatta Hz. Peygamber (s.a.v)’in şehit olduğu bile şâyi oldu. Savaş sona erdikten sonra, Medine kadınları Uhud’a doğru hareket edip Peygamber (s.a.v)’in istikbaline koştular; herkes kendi şehitlerini bırakıp Hz. Peygamber’i sorup arıyorlardı. Bu arada Cehş’in kızı Zeynep Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaştı ve aralarında şöyle bir diyalog geçti: Hz. Peygamber- “Sabırlı ve tahammülü ol!” Zeynep- “Ne için?” Hz. Peygamber- “Kardeşin Abdullah’ın şahadetinden dolayı.” Zeynep- “Şahadet onun için kutlu ve mübarek olsun!” Hz. Peygamber- “Sabret!” Zeynep- “Ne için?” Hz. Peygamber- “Dayın Hamza’nın şahadetinden dolayı.” Zeynep- “Bizim hepimiz Allah’tanız ve hepimiz O’na döneceğiz, şahadet makamı ona mübarek olsun!” Hz. Resulullah (s.a.v) biraz durduktan sonra Zeyneb’e dönerek şöyle buyurdu: - “Sabırlı ol!” Zeynep – “Şimdi ne için?” Hz. Resulullah - “Eşin Mus’ab bin Umeyr’in şahadetinden dolayı.” Zey...

Ya Resulellah! Bana Tavsiye Et!

Hz. Ali (a.s) şöyle diyor: Bir şahıs Resulullah (s.a.v)’in huzuruna gelerek Hazretin kendisine tavsiye etmesini istedi. Hz. Resulullah (s.a.v) ona şöyle tavsiye ettiler: “Benim sana tavsiyem şudur ki; parçalansan, ateşe atılıp yakılsan bile, Allah’a şirk koşma. Annene ve babana eziyet etme; eğer dünyadan göçmeni bile emretseler öyle yap. İhtiyacından fazla kalan malını dini kardeşinin ihtiyarına bırak. Müslüman kardeşinle karşılaştığında açık yüzlü ol. Halka ihanet etme. Gördüğün her Müslümana selam ver. İnsanları İslam’a davet et. Bil ki, her sorunu çözmenin (sıkıntısı olanın sıkıntısını gidermenin), Hz. Yakub’un oğullarından bir köleyi azat etmek kadar sevabı vardır. Bil ki, şarap ve her sarhoş edici şey de haramdır.”

Bereketli On iki Dirhem

Hz. Ali (a.s), Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.v) tarafından bir gömlek almak için pazara gitmekle görevlendirilir. Hz. Ali (a.s) pazara gidip on iki dirheme bir gömlek alarak eve döner. Bu arada Hz. Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ali (a.s) arasında şöyle bir diyalog geçer: Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği kaça aldın?” Hz. Ali: “On iki dirheme.” Hz. Resulullah (s.a.v): “Bu gömleği pek sevmedim, bundan daha ucuzunu istiyorum. Acaba satıcı bunu geri almaya hazır olur mu?” Hz. Ali (a.s) diyor; bunun üzerine, gömleği alıp çarşıya döndüm, Hz. Peygamber’in isteğini satıcıya ilettim, satıcı da kabul etti. Parayı alıp Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına döndüm. Bir gömlek almak için Hz. Resulullah (s.a.v) ile birlikte pazara doğru hareket ettik. Yolun yarısında Hz. Resulullah (s.a.v)’ın gözü, ağlayan bir cariyeye ilişti. Hz. Resulullah (s.a.v) onun yanına gidip; “Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Cariye: “Ev sahibi bana dört dirhem verdi, bir şeyler almak için beni çarşıya gönderdi. Fakat ben p...

Kötü Ahlak Kabir Azabına Sebep Olur

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Sa’d bin Muaz’ın ölüm haberini Resulullah (s.a.v)’e verdiklerinde, Hazret kalkıp ashabıyla birlikte onun evine gittiler. Resulullah’ın emri ile Sa’d’a gusül verdiler. Gusül işlemi bitinceye kadar Hazret kapı önünde ayakta bekledi. Gusül, henut ve kefenleme işleminden sonra onu bir tabuta bırakıp defnetmek için kabristana götürdüler. Cenazeyi teşyi ederken Hz. Resulullah (s.a.v) ayak yalın ve abasız olarak hareket ediyordu, kabrin yakınına ulaşana dek bazen tabutun sağ bazen de sol tarafını tutuyordu. Hz. Resulullah (s.a.v)’in bizzat kendisi kabrin içine girip cenazeyi kabre bıraktı; taş, tuğla ve diğer şeylerin getirilmesini emretti. Bizzat kendisi iyice cenazenin üzerini kapatıyor ve: “Ben onun yakında çürüyeceğini biliyorum; ama Allah, kulu bir iş yaptığında onu sağlam yapmasını sever” buyuruyordu. Daha sonra mübarek elleriyle onun üzerine toprak döküp, güzelce mezarını düzlediler. Bu esnada Sa’d’ın annesi kabrin kenarına gelerek: “Ey S...

Âmanın Yanında Hicabı Korumak!

Ümmi Seleme şöyle diyor: Peygamber (s.a.v)’in huzurunda idik. Meymune isminde olan hanımlarından birisi de orada idi. Bu esnada âma (kör) olan İbn-i Ümmi Mektum Resulullah’ın huzuruna geldi. Resulullah (s.a.v) bana ve Meymune’ye: “İbn-i Ümmî Mektum’un karşısında hicabınızı (kendinizi) koruyun.” buyurdu. “Ya Resulullah! O âma değil midir, hicaplı olmamızın ne anlamı vardır?” dediğimizde de şöyle buyurdular: “Siz de mi körsünüz? Siz onu görmüyor musunuz?”

Allah Beni Zulmetmek İçin Göndermemiştir

Emir-ül Mü'minin Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir Yahudi'nin Resulullah (s.a.v)'den bir kaç dinar alacağı vardı, Hazret'ten o parayı istedi. Resulullah (s.a.v); "Ey Yahudi! Şimdi yanımda sana verecek bir param yoktur." buyurdu. Yahudi; "Ey Muhammed! Paramı vermedikçe senden ayrılmayacağım!" dedi. Resulullah (s.a.v) cevaben; "Bu durumda ben de seninle birlikte otururum!" buyurdular. Resulullah (s.a.v) onunla birlikte oturdu; öyle ki öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını da orada kıldı. Resulullah (s.a.v)'in ashabı o Yahudi'yi tehdit etmeye başladılar. Resulullah (s.a.v) onlara bakıp şöyle buyurdu: "Onunla ne işiniz vardır?" Ashap: "Ey Resulullah! Bu Yahudi seni hapsetmiştir!" Resulullah (s.a.v) onların cevabında; "Allah Teala beni, bir zimmi veya başka birisine zulüm yapmak için mebus etmemiştir." buyurdular. Gün yükseldiğinde o Yahudi adam şöyle dedi: "Allah't...

Resulullah (s.a.v)’ın Ağlaması

Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin evinde bulunduğu bir gece yarısı uykudan kalkıp evin karanlık bir köşesinde dua ve ağlamakla (Allah’a yalvarıp yakarmakla) meşgul oldu. Ümmi Seleme, Resulullah (s.a.v)’ı yatağında görmeyince, kalkıp onu aramaya koyuldu. Bir de baktı ki Resulullah (s.a.v), evin karanlık bir köşesinde durup ellerini göğe kaldırmış, ağlayarak Allah’a şöyle yalvarıp yakarıyor: “Allah’ım! Bağışladığın nimetleri benden esirgeme. Beni, düşmanların gülmüş vesilesi kılma, kıskançları bana musallat etme. Allah’ım!Beni kurtardığın kötülük ve çirkinliklere geri çevirme. Allah’ım! Beni hiçbir zaman ve hiçbir an kendi başıma bırakma; kendin beni her şeyden ve her afetten koru.” Ümmi Seleme Resulullah (s.a.v)’in bu durumunu görünce, ağlayarak kendi yerine döner. Resulullah (s.a.v) Ümmi Seleme’nin ağlama sesini duyunca, ona doğru gidip ağlamasının sebebini sorur. Ümmi Seleme: “Ya Resulellah! Senin ağlaman beni ağlattı. Sen neden ağlıyorsun? Siz Allah katında olan onca büy...

Rahmet etmeyene Rahmet olunmaz

Ebu Hureyre dedi ki: Resulullah (s.a.v)’ın huzurunda bulunuyorduk. Bu arada Hazret durmadan henüz küçük yaşta olan Hasan ve Hüseyin’i öpüyordu. Hazret’in bu hareketini gören Uyeyne: “Ya Resulullah (s.a.v), benim on çocuğum vardır. Ben şimdiye kadar onların hiçbirini asla öpmemişim” dedi. Hazret bu sözü duyunca çok sinirlendi, öyle ki çehresinin rengi değişti ve: “ Kim rahmetmezse, ona rahmolunmaz; eğer Allah rahmeti kelbinden almışsa, benim sana yapacak bir şeyim yoktur; kim, küçüklerimize rahmetmez, büyüklerimizi de saymazsa, o bizden değildir” buyurdu.

Sırayı Riayet Edin

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Hz. Resulullah (s.a.v) ayaklarının üzerine yorgan örtmüş ve istirahata çekilmişti. Bu arada Hasan su istedi. Resullullah (s.a.v) hemen yerinden fırladı ve devemizden bir kaba biraz süt sağıp onu Hasan’a (a.s) verdi. Bunu gören Hüseyin (a.s) yerinden fırlayıp sütü almak istedi. Ama Resulullah (s.a.v) ona mani olup sütü Hasan’a verdi. Bu arada durumu seyretmekte olan Fatime: “Ya Resulellah! Güya Hasan’ı daha çok seviyorsun” dedi. Resulullah cevaben buyurdular ki: “Hayır öyle değildir. Benim Hasan’ı savunmamın sebebi, öncelik onun hakkı olduğu içindir. Çünkü O, daha önce su istemişti, sırayı riayet etmek gerekir. Yoksa kıyamet günü ben, sen, bu ikisi ve şu yerde yatan (Ali) hepimiz bir mekanda olacağız” buyurdu.

İki Meleğin Haline Gülüyorum

Bir gün Resulullah (s.a.v) gülümseyerek göğe bakıyordu, bir adam Hazretin gülmesinin sebebini sorunca, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular: “Evet göğe bakıyordum, iki meleğin hali beni güldürdü, onlar kendi ayerinde ibadetle meşgul olan mü’min bir kulun gece gündüz yaptığı ibadetlerinin mükafatını yazmaları için yeryüzüne indiler, fakat onu, hasta olduğundan dolayı ibadetgahında bulamayınca, göğe çıkıp, Hak Teala’ya şöyle arz ettiler: “Ey Rabbimiz! Biz o mü’min kulun ibadetini yazmak için her zamanki gibi onun ibadetgahına gittik, fakat onu orada bulamadık, hastalık yatağına düşmüştü.” Allah Teala, o meleklerin cevabında şöyle buyurdu: “O mü’min kul, hastalık yatağında olduğu sürece, her gün ibadetgahında olduğu zaman ona yazdığınız her günün sevabı miktarınca ona sevap yazın. Hastalık yatağında olduğu müddetçe onun hayır amellerinin mükafatı bana aittir; onun mükafatını ben vereceğim.”

Hayvanların Dilini Anlamak

Resim
Adamın biri Musa Aleyhisselâm'a:   — Ya Musa, ben bütün hayvanların dilinden anlamak istiyorum. Tur'u Sina'ya gittiğin zaman Allah'tan iste de benim duamı kabul etsin, diyordu. Musa Peygamber: — Her şeyi bilmek iyi olmaz. Senin hayvanların dilinden anlamaman daha iyidir. Bu sevdadan vazgeç, dediyse de, adam illâ öğrenmek istiyordu. Bir gün Musa Aleyhisselâm Tur'a çıktığı zaman Cenab-ı Allah Musa Aleyhisselâm'a: — «Ya Musa! O kulumun duasını kabul ettim, bundan sonra bütün hayvanların dilinden anlayacak. Yalnız her şeye ehemmiyet vermesin, sonra onun için iyi olmaz.» buyurmuştu. Musa Aleyhisselâm, Tur'u Sina'dan geldikten sonra durumu bildirip her şeyle fazla ilgilenmemesini söyledi. Kendisine selâhiyet verilen adam, akşam ahıra hayvanlarını yemlemeye girmişti. Orada eşekle öküzün konuşmalarına şâhid oldu. Onlar aralarında şöyle konuşuyorlardı: Öküz: — Yahu eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın rahat yok, kışın rahat yok. ...