Kayıtlar

Haziran 4, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hızır ve Gelin Yaşanmış Bir Olay

1930'lu yıllar. Rize. Anzer, halkın kendi tabiri ile Ancer. Dünyaca balı ile meşhur olan Ancer. Binlerce poleni ve şifayı içinde barındıran balıyla meşhur Ancer. Kış. Yaylacılık yapan Ancerlilerin bir kısmı aşağıya Rize'ye şehre inmemiş, kışlamışlar. Yazdan yığdıkları otlarıyla, mallarını kışdan çıkarıp, bahara eriştirmenin çabası içindeler. Evet hepsinin mal tabir ettiği koyunları, sığırları var, tektük birkaç tanesinin de kara kovanı var. Şifa niyetine ilaç niyetine küçük bir kavanozu dolduracak kadar balları olurdu çoğunun. O da kış bitmeden tükenir giderdi.  Meryem. Lezgilerin kızı Meryem. Yeni gelin, beyini gurbete Samsun'a göndermiş. O da o kış yaylada kışlamış. Sabaha kadar kar yağmıştır. Tam kürekle yolu açayım deyip, kapıya yönelmekte iken, kapısı çalınır. Kapıyı açari. İhtiyar bir adam selam verir ve: - Kızım, ben Aşağı Ancerdenim, gelinim aş eriyor, canı bal çekti, Allah rızası için, bir iki kaşık bal verirmisin? Meryem gelin düşünmez bile, Allah rızası değil mi ...

Baykuş !

Hayat-ül hayvan kitabında bildiriliyor ki:  Süleyman aleyhisselam bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizelerinden biriydi. Gökte tahtı ile gezerdi. Bir gün baykuş Süleyman aleyhisselama selam verdi. Süleyman aleyhisselam selamını alıp ona sordu ki: - Niçin buğday yemezsin? - Âdem aleyhisselam onun yüzünden Cennetten çıktığı için. - Niçin su içmezsin? - Nuh aleyhisselamın kavmi suda boğulduğu için. - Niçin hep harabelerde bulunursun? - Harabeler Allahü teâlânın mirasıdır. - Niçin evlerde ötersin? - İnsanları ikaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken nasıl gafletle uyurlar. Böylesine yazıklar olsun! - Gündüzleri niçin çıkmazsın? - İnsanlar bana zarar verebilirler. - Öterken ne dersin? - Tesbih okur bir de "Ey gafiller, çıkacağınız uzun sefer için azık hazırlayın!" derim. Süleyman aleyhisselam baykuştan daha nasihatçı kuş olmadığını söyledi. 

Endonezya nasıl Müslüman oldu?

Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu: - Hangi kumaştan sattın? -Şu kumaştan efendim. -Metresini kaça verdin? -On akçeye. -Nasıl olur?" diye hayret etti, -Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu? Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkan sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. -Ne demekti hakkını helâl et? Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu: -Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce ...

İSTANBUL'UN MÂNEVÎ FÂTİHİ

Ubeydullah-ı Ahrâr 'ın torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakledilmiştir:  "Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca, binip Semerkant'tan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler. Biraz yol aldıktan sonra Semerkant'ın dışında bir yerde talebelerine;  "Siz burada durunuz!" buyurdu. Sonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü. Talebeleri arasında Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti. Bu talebesi şöyle anlattı:  "Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu." Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında;  "Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardım etmeye gittim. Allahü teâlânın izniyle gâlib geld...

Fatih Sultan Mehmet in Halkını İmtahanı...

Hazreti Fatih Sultan Mehmet istanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu. Adam: -Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi. Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı... İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı... Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı. Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip ...

Bülbül

İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar. Bunların arasında zayıf bir bülbül yavrusu vardı. Kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki: - O kuşu tut ve ne dileği olduğunu sor. Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki: - Halilullahı ateşe atıyorlar. Madem ki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım. Hak teâlâ buyurdu ki: - O kuşun benden dileği nedir? Bülbül şöyle arz etti. Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur. Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim. Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi. Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın ismini söylemektedir. Nemrud’un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı. O zamandan kıyamete kadar, g...

Ben Helak Olacağım

Âbidin biri ibadet etmek üzere dağa çıkar. Bir gece rüyasında "Falan ayakkabıcıya git! Senin için dua etsin" denir. Âbid dağdan iner, adamı bulur, ne iş yaptığını sorar. Adam, gündüzleri oruç tutup, ayakkabı işlerinde çalıştığını, kazandığı para ile ailesini geçindirdikten sonra fazlasını tasadduk ettiğini söyler.  Âbid, adamın güzel bir iş yaptığını ancak kendisinin dağda sırf ibadetle meşgul olmasını daha iyi bulur ve tekrar ibadetine döner.  Yine gece rüyasında, (Ayakkabıcıya git ve ona, "Bu yüzündeki sararmanın sebebi nedir?" diye sor) denir. Âbid gider ayakkabıcıya bunu sorar. Ayakkabıcı, "Kimi görürsem, bu kurtulacak da, ben helak olacağım der ve kendimden korkarım. Yüzümün sararması bundandır" der.  İşte o zaman âbid, ayakkabıcının bu korku ve tevazu ile üstünlük kazandığını anlar.

Süte Su Karıştır !!!

Hz. Ömer, halifeliği sırasında bir gece asayişi kontrol için Medine sokaklarında dolaşıyordu. Gecenin karanlığında önünden geçmekte olduğu bir evden yüksek sesler işitti. Bir anne kızına şöyle diyordu; - Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır! - Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi? - Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nerden haberi olacak, o şimdi yatağında yatıyor. - Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Her şeyi bilen, gören ve her şeye kâdir olan Allahü teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat her şeyi bilen ve gören Allah’tan nasıl gizlersin? Hz. Ömer, bu kızın güzel ahlakına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da, o kızı oğlu Asım ile evlendirdi. Asım’ın bu kadından bir kızı oldu. Bu kızdan da âdil halifelerden Ömer bin Abdülaziz hazretleri doğdu.

KABİRDE KONUŞAN GENÇ

Takva sahibi olmak, hayatın her döneminde güzel. Ama fırsatlar çağı gençlikte bir başka güzel. Güce, kuvvete, güzelliğe rağmen günahlardan sakınanların mükafatı ebedi mutluluk. Hayatın baharı şeytana satılmazsa, sonsuz bahar bir adım ötede.  Hz. Ömer'in (R.A.) halifeliği döneminde ibadet ehli, son derece takva sahibi bir genç vardı. Hz. Ömer'in hayret ve takdirle izlediği bu gencin kalbi, Allah ve Rasulü'nün (A.S) sevgisiyle doluydu. Vakit namazlarında cemaati kaçırmaz, namazdan çıkar çıkmaz evine döner ve ihtiyar babasının hizmetini görürdü.  Bu gencin evine giden yolu bir kadının kapısının önünden geçiyordu. Kadın her defasında gencin yoluna çıkarak çirkin tekliflerde bulunuyor, fakat genç, Allah korkusundan ona iltifat etmiyordu.  Yine bir gün yatsı namazını kıldıktan sonra evine giderken, kadın tekrar karşısına çıktı. Bu sefer bütün maharetini kullanarak genci kandırmayı başardı. Fakat genç, kadının ardı sıra eve girerken birden bire Allahu Tealâ Hazretleri'ni hatır...

Hz. Yusuf

Yusuf aleyhisselam, iftira yüzünden zindanda iken Mısır hükümdarı bir rüya görmüştü. Korku ile uykusundan uyanıp; Ben rüyamda 7 semiz ineğin 7 zayıf ineği yediğini ve 7 yeşil başak, 7 de kurumuş başak gördüm. Eğer rüya tabiri biliyorsanız, bu rüyamı tabir edin dedi. Onlar, Biz böyle rüyaları tabir edemeyiz dediler. Hz. Yusuf ile zindanda kalan şerbetçi, Hz. Yusuf’un rüya tabir ettiğini hatırlayarak; Ben bu rüyayı tabir ettireceğim dedi. Hz. Yusuf’un yanına gitti. Mısır hükümdarının rüyasını anlatıp tabirini istedi.  Hz. Yusuf, “7 sene bolluk, sonra 7 sene kıtlık olacak. Bollukta saklayın, kıtlıkta bunları yersiniz. Bolluk senelerinde çok ekip, ekinleri sapları ile beraber, başakları ile ambarlara koymalısın. Bu şekilde ekinler bozulmadan kalır, hem de saplar hayvanlarınız için yem olur. Halka da, ekinlerinden ihtiyaçları kadarını yemelerini, geriye kalanını saklayıp korumalarını emretmelisin. Bu yiyecekler kıtlık senelerinde sizin ve çevredeki insanların ihtiyaçlarını karşılayacakt...

Mısır Seferi Yavuz Sultan Selim

Yavuz' a yoldaş ve sırdaş olan nedim...  Hafız Mehmet Akkoyunlu sarayının mescidine bakan kendi halinde bir müezzindir. Ancak onda öyle bir ses vardır ki, bülbüller bile imrenir. Kâh volkanlar gibi coşar, kâh akar sular gibi. O yanık Kahire aksanı ile okumaya başladı mı, dinleyenler bir hoş olur. Cemaatin gözleri dolar, yanaklardan sıcak damlalar kayar.  Şah İsmail'in fitne kaynattığı günlerde doğu Anadolu'da cinayetler, baskınlar birbirini izler, halk canından bezer. Geceleri kapı sürgüler, camlara kepenk çekerler. Havada tarifi zor bir ağırlık vardır. Hani sıkıntı, kasvet karışımı bir şey. Kargaşa gitgide büyür ve gün gelir Akkoyunluları da sarar. Öyle çok cami yıkılır ve öylesine mâsum katledilir ki, görenler haçlı geçti sanır.  İşte Yavuz'un 'İslam âlemine birlik' parolasıyla yola çıktığı demlerde Hafız Mehmet Tebriz'e gider. Büyük Veli Kemâleddin Erdebili'nin hizmetine girer.  Çaldıran zaferinden sonra Erdebili Hazretleri'nin ziyaretine gelen Su...

Cehennemden BERAAT

Rufaî tarikatına mensup müridlerden biri bir gün kendisine çok güvenerek cezbe halindeyken şöyle dua etti:  - Ya Rabbi Cehennemden azat olduğuma dair bu aciz kuluna bir belge gönder.  Aradan çok geçmedi, gök yüzünden beyaz bir kâğıt geldi. Alıp baktılar ki, kâğıtta hiçbir yazı yok. Kâğıdın geldiğini görerek sevinen o mürid, içinde bir yazı olmadığını görünce çok üzüldü, mükedder bir vaziyette durumu şeyhine anlatmak üzere kâğıdı Ahmed Rufai Hazretlerine götürdü.  Ahmet Rufaî Hazretleri kâğıdı eline alıp bakınca kendinden geçti ve şükür secdesine vararak:  - Ey bari Hûda, sana hamd ü senalar olsun. Bu zayıf kulunun müridlerinden bir kimseye böyle bir berat göndermek şerefine eriştirdin, dedi.  Müridler:  - Efendim dediler. Biz orada bir yazı görmüyoruz, siz ise bu şahsın cehennemden azat olduğunu nasıl anlıyorsunuz? dediler. O:  - Ey benim müridlerim ve sadık dostlarım, kudret eli siyah yazmaz, siz buradaki yazıyı göremiyorsunuz, bu kâğıdın üzerindeki y...

ALIN TERİ

İmam Kazım (a.s) kendi tarlasında çalışmakla meşguldü. Fazla faaliyet İmamdın bütün vücundan terler akıtmıştı bu arada Ali ibni Ebi Hamza-i Bata ini geldi imamın yanına, ve o manzarayı görünce:  - Kurban olayım, niçin bu işi başkalarına bırak mıyorsun? diye sordu.  - Niçin başkalarına bırakayım? Halbuki benden daha üstün kişiler bile, daima bu gibi işlerle meşgul olmuşlardır.  - Allah'ın elçisi, Emirülmü'minin ve bütün ecdadım. Esasen tarlada çalışmak ve ziraatla meşgul olmak Peygamberlerin, peygamber vasilerinin ve Allah'ın seçkin kullarının başta gelen, en önemli adetlerinden biridir. 

Beyazid-i Bistami Hazretleri

Beyazid-i Bistami Hazretleri kırk beş kez haccetmiş ve her gün bir hatme okumuş mübarek kişilerin safında yer alan kadri yüce bir zattır. Bir gün Arafat tepesinde oturuyordu. Nefsi ona şöyle fısıldadı : “Beyazid! Senin benzerin var mıdır? Kırk beş defa haccettin ve binlerce defa hatmetme bahtiyarlığına eriştin”. Bu ses onu üzdü, nefsin hala onu kendine doğru sürüklemek istediğini ve enaniyete doğru ittiğini anladı.  Derhal toparlandı ve orada bulunan mahşeri kalabalığa dedi ki: “Kim benim kırk beş defa yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?”  Bir adam: “ben alırım” dedi ve ekmeği uzattı.  Beyazid-i Bistami Hazretleri aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı. Ve sonra işini bitirip yol hazırlığı yaparak Rum diyarına doğru yüzünü çevirdi. Günlerce yol aldıktan sonra bir rahip ile karşılaştı. Rahip terbiyeli bir adama benziyordu. Hazretin elini tutup evine misafir olarak götürdü. Evinde ona bir oda ayırdı. Beyazid-i Bistami Hazretleri kendisine ayrılan bu odad...

Allahü Teâlâyı Bilir Misin?

Abdullah bin Mübarek, bir gün yolda gidiyordu. Önünde birkaç koyunla bir çoban çocuk gördü. Ona acıdı ve; "Zavallı, çocuklukta çobanlık yaparsa, büyüdükte Allahü teâlânın ibâdet ve mârifetine nasıl erişir?" dedi. Sonra kendi kendine; "Gideyim, ona Allahü teâlâyı tanımakta bir mesele öğreteyim." deyip, çocuğun yanına geldi ve: -Evlâdım, Allahü teâlâyı bilir misin? buyurdu. Çocuk: -Kul nasıl sâhibini bilmez?" dedi. -Allahü teâlâ'yı ne ile biliyorsun? -Bu koyunlarımla. -Bu koyunlarla, O'nu nasıl bilirsin? -Bu birkaç koyun çobansız işe yaramaz. Bunlara su ve ot verecek, kurttan ve diğer tehlikelerden koruyucu birisi lâzımdır. Bundan anladım ki, kâinat, insanlar, cinler, hayvanlar ve canavarlar ve bu kanatlı kuşlar bir koruyucuya muhtaçtır. Bu binlerce çeşit mahlûkatı korumaya kâdir olan, Allahü teâlâdan başkası değildir. İşte bu koyunlarla Allahü teâlâyı, böylece bildim -Allahü teâlâyı nasıl bilirsin? -Hiç bir şeye benzetmeden bilirim. -Böyle olduğunu nasıl...

ADALET

İstanbul'un fethinden sonra Hazreti Fatih bütün mahkümleri serbest bırakmıştı. Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar Bizans imparatorunun halka yaptığı zülüm ve işkence karşısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atılmışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya yemin etmişlerdi.  Durum Hazreti Fatih'e bildirildi. O, asker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Papazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Hazreti Fatih'e de anlattılar. Fatih o dünyaya kahreden iki papaza şöyle hitap etti:  - Sizlere şöyle bir teklifim var: Sizler İslam adaletinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, müslüman hakimlerin ve müslüman halkımın davalarını dinleyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zulüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hâlâ küsmekte haklı olduğunu isbat ediniz.  Hazreti Fatih'in bu teklifi papazlar için çok cazip gelmi...

HOROZLA KÖPEĞİN KONUŞMASI

Kurtların, kuşların dilinden anlayan Hazreti Süleyman aleyhisselama gelen bir adam yalvarır: - Ne olur ey Allah'ın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım. Süleyman aleyhisselam izin vermez: - Olmaz, der. Sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri düşünemezsin. Ne var ki adam ısrar eder. Süleyman alehisselam da adama hayvanların dilini öğretir. Sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpekten şu sözleri duyar. Yanındaki horoza diyor ki: - Horoz kardeş, sen arpayla buğdayla da karnını doyurabilirsin. Biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok açtır. Horoz şu cevabı verir: - Sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını doyurursun. Bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. Kendi kendine söylenerek döner: - İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yo...

AHDE VEFA

Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki : -"Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin." Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek : - Söyledikleri dogru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki : -evet dogru. Bu söz üzerine Hz Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar: Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki : -"Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulundugu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor, hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyva koparmasına engel olamadım, arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum agır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret" dedi. Bu söz üzerine Hz Ömer - "Söyleyecek bir ...