Kayıtlar

Temmuz 2, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ALLAH ın lutfettiği Azık

Ashab-ı Kiram'dan Cabir r.a. Hazretleri anlatıyor: Rasulullah s.a.v. bizi bir müfreze (askeri birlik) ile göndermişti. Başımıza da Ebu Ubeyde'yi komutan tayin etmişti. Kureyş'e ait bir kervanı ele geçirmekle vazifeliydik. Azık olarak da bize bir dağarcıkta hurma verilmişti. Başka azığımız yoktu. Ebu Ubeyde, bize birer tane hurma veriyordu. - O bir hurmayı ne yapıyordunuz? diye sorulunca dedi ki: - Çocuğun emmesi gibi o hurmayı ağzımızda tutup emiyorduk. Sonra da üstüne su içiyorduk. Bu bize bir gün bir gece yetiyordu. Değneğimizle ağaç yapraklarını çırparak, düşen yaprakları su ile ıslatıp yiyorduk. Böylece yolumuza devam ettik. Deniz kıyısına vardık. Deniz kıyısında büyük bir kum tepesi gibi bir şeyin yükseldiğini gördük. Yanına vardığımızda kıyıdaki şeyin anberbalığı (balina) denen hayvan olduğunu gördük. Ebu Ubeyde önce: - Bu leştir, dedi. Sonra da şunu söyledi: - Hayır. Biz Rasulullah s.a.v.'in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Zaruret haline ...

Mantık Dine,'İslam'a HİZMET EDER..

Adamın biri her zaman yaptığı gibi saç ve sakal tıraşı olmak için berbere gitti. Onunla ilgilenen berberle güzel bir sohbete başladılar. Değişik konular üzerinde konuştular. Birden Allah ile ilgili konu açıldı... Berber: " Bak adamım, ben senin söylediğin gibi Allah'ın varlığına inanmıyorum." Adam: " Peki neden böyle diyorsun?" Berber: " Bunu açıklamak çok kolay . Bunu görmek için dışarıya çıkmalısın. Lütfen bana söyler misin, eğer Allah var olsaydı, bu kadar çok sorunlu, sıkıntılı, hasta insan olur muydu, terk edilmiş çocuklar olur muydu? Allah olsaydı, kimse acı çektirmez, birbirini üzmezdi. Allah olsaydı, bunların olmasına izin vereceğini sanmıyorum..." Adam bir an durdu ve düşündü, ama gereksiz bir tartışmaya girmek istemediği için cevap vermedi. Berber işini bitirdikten sonra adam dışarıya çıktı. Tam o anda caddede uzun saçlı ve sakallı bir adam gördü. Adam bu kadar dağınık göründüğüne göre belli ki tıraş olmayalı uzun süre geçm...

Ateist Dönen Genç

Genç bir delikanlı senelerce yurt dışında okuduktan sonra vatanına ateist olarak geri döner. Üç sorusuna hiç kimse cevap veremediğinden dolayı canı gayet sıkıntılıdır. Ebeveyni oğullarına yardım etmek niyetiyle büyük ilim sahibi olan köyün hocasına götürürler. Hoca ve delikanlının arasında geçen dialog şöyle devam eder. Delikanlı: Kimsin sen? Sorularıma cevap verebilecek misin? Hoca: Allah'ın bir kuluyum ve Onun izniyle sorularına cevap verebileceğim. Delikanlı: Emin misin? Proferserler bile cevap veremedi bana. Hoca: Allah'ın izniyle cevap vermeye çalışırım Delikanlı: 3 sorum var 1. Allah yaşıyor mu? öyle ise, şeklini bana göster 2. Takdir (kader) nedir? 3. Eğer şeytan ateşten yaratıldıysa neden cehenneme yollanıyor, cehennemde ateş dolu değil mi? Ateş ateşi nasıl yaksın. Tanrı bunu düşünemedi mi? Bu arada, aniden bizim hocamız delikanlının başı üzerinde bir saksı kırar. Delikanlı canı yana yana sorar; Neden sinirlendin ki? Hoca: Sinirlenmedim. Bu benim ü...

Ölü Elimizde Canlıyı Sorgulayalım

Zenginin biri ölümden ve kabirdeki yalnızlıktan çok korkuyormuş. "Öldüğüm geceyi kim kabre girerek sabaha kadar benimle geçirirse servetimin yarısını ona bağışlıyorum" diye vasiyet etmiş. Öldüğünde "Kim birlikte kabre girip sabahlamak ister ?" diye araştırmışlar. Kimse çıkmamış. Nihayet bir hamal, -Benim sadece bir ipim var, kaybedecek bir şeyim yok. Sabaha kadar durursam zengin olurum." diye düşünerek kabul etmiş. Vefat eden zengin ile birlikte defnetmişler. Sorgu sual melekleri gelmiş. Bakmışlar kabirde bir ölü, bir canlı var. "Nasıl olsa bu ölü elimizde... Biz şu canlı olandan başlayalım" demişler ve hamalı sorgulamaya başlamışlar. -O ip kimin? Nereden aldın? Niye aldın? Nasıl aldın? Nerelerde kullandın?" Sabaha kadar sorgu sual devam etmiş, adamın hesabı bitmemiş. Sabahleyin kabirden çıkmış. - Tamam, servetin yarısı senin, demişler. - Aman, demiş hamal, istemem, kalsın. Ben, sabaha kadar bir ipin hesabını veremedim. O kadar...

Hazreti Sülayman Ve Karınca

Bir gün Süleyman Peygamber bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar.  Karınca´da ´Bir buğday tanesi yerim´ diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Suleyman Peygamber karıncayı bir şişeeye koyar. Yanina da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatir. Ondan sonra da bir yıl bekler. Muddeti dolunca şişeeyi açtiğinda bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş yarısınıda bırakmıştır. Kendi kendine meraka kapılır. Acaba neden yemedi der. Bunun üzerine Hz Süleyman karıncaya buğday tanesini neden yemediğini sorar Karınca da : Daha önce benim yemeğimi Yüce ALLAH verirdi. Bende O´na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü o beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen uzerine alinca doğrusu nihayet aciz bir insandir diye sana pek guvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek,diğer yarısınıda ertesi yıla bıraktım´ (Yüce ALLAH cü...

Hz. Ali ve Amr Bin abdud un Savaşı

Hazret-i Ali, Hendek savaşında müşriklerin en azılıları ile savaştı. Savaşın iyice şiddetlendiği 22. gün, Amr bin Abdud adlı müşriklerin en azılılarından biri, Hendek kenarlarına gelip meydana er istedi. Amr çok kuvvetli olup, ömründe hiçb ir cenkten yenilerek dönmemişti. Yalnız Bedir cenginde yaralanıp düşmüştü. Yarası iyi olmuş, tekrar cenge gelmesiyle müşrikler kuvvet bulmuştu. Müslümanlardan kimse Amr ın davetine cevap vermedi. Çünkü Resulullahtan emir bekliyorlardı. Amr ın meydan okuması yedi kere devam etti. Yedincide Resulullah efendimiz, Hazret-i Ali yi çağırıp huzuruna oturttu ve (Ya Ali, benim atıma bin, kılıcımı al, Amr bin Abdud un önüne yiğitçe, cesaretle var! Onun heybetinden, uzun boyundan endişe etme! Ben, Hak teâlâdan sana yardım etmesi için, senin elinle Müslümanların, bunun şerrinden kurtulmaları için dua ediyorum) buyurdu. Hazret-i Ali kılıcını kuşanıp atına bindi. Avını gözetleyerek giden bir aslan gibi, Amr ın önüne varıp dedi ki: - Ya Amr! Duydum ...

H.z. Musa Kıssası

Katade bin Numan(ra)’ın nakline göre Hz Musa(as) şöyle dedi: -“Ya Rabb(cc)i Bana verdiğin levhalarda insanlar arasından çıkarımlı, iyiliği emreden kötülükleri yasaklayana en hayırlı bir ümmetten bahsedildiğin i görüyorum Allah(cc)’ım onları benim ümmetim kıl!” Allah-u Teala: “-Onlar, Ahmed’in ümmetidir” Buyurdu Hz Musa (as): “-Rabb(cc)’im! Levhalarda dünyaya gelişte son, cennete girişte ilk olan bir ümmetten bahsedildiğini görüyorum Onları benim ümmetim kıl!” dedi Allah-u Teala: “-Onlar, Ahmed’in ümmetidir” Buyurdu Hz Musa (as): “-Ya Rabb(cc)’i! Yine levhalarda bir ümmetten bahsediliyor ki, onların İncil’leri(kitapları) sadırlarındandır, ezberden okurlar Hâlbuki onlardan önceki ümmetler kitaplarını yüzünden okurlar, kaybolunca da ondan hiçbir şey hatırlamazlardı Şüphesiz Sen bu ümmete daha önce hiçbir ümmete vermediğin ezberleme ve muhafaza kuvveti vermişsindir Allah(cc)’ım onları benim ümmetim kıl!” dedi Allah-u Teala: “-Onlar, Ahmed’in ümmetidir” Buyurdu Hz Musa ...

Komşya Verilen Değer

Bir gün bir sepet hurma getirip: Buyur ya Resulullah Turfanda Hurma, Dediler. Peygamberimiz (s.a.v), “Hurmalar oldu mu ki?” Diye Sordu. Hayır, Olmadı; Ama Bizim Bahçemiz Sıcak Bir Dere İçinde bu Yüzden İlk Hurma Bizde Eriş ir. Kimse Yemeden Size Getirdik ki En Önce Siz Yiyesiniz Turfan'da Hurmayı. Peygamberimiz (s.a.v)'; Uzakta Oynayan Çocukları gösterdi, “Götürün bu Turfanda Hurmaları Şu Oynayan çocuklar yesinler. Ben Komşularımın yemediğini yemem. Ne Zaman Komşularımız da Hurma Yemeye Başlarsa İşte o Zaman Ben de Gönül Rahatlığı içinde hurma yiyebilirim.” buyurdu.

Mal benim borç Resulullah’ın

Peygamberimiz yoksullara yardım etmeyi çok severdi. Yine bir gün davet ettiği muhtaçlara önceden hazırladığı yardımı sırayla dağıtmış, alanlar da dağılıp gitmişlerdi ki, tam o sırada bir başka yoksul uzaklard an koşarak gelip kendisine verilecek bir şey kalmadığını anlayınca üzülmüştü. Peygamberimiz üzülen bu yoksula, “Üzülme.” dedi: “Sana da bir çare bulabiliriz.” Bulduğu çareyi de şöyle açıkladı: “Buradan doğruca Medine çarşısına git, ihtiyaçlarını satan dükkanlara gir, ne lazımsa al, sonra da de ki: “Mal benim, borç Resulullah’ındır! Yeter ki çocuklarını sevindir, sen de üzülme!” Adam ‘Olur mu böyle bir şey?’ demek isteyince, Efendimiz onu dükkanlara doğru yönlendirirken tembihini tekrarladı. “Unutma!” dedi, “Mal benim borç Resulullah’ın, diyeceksin. Mal sana, ödemesi bana ait olacaktır.” buyurdu.

Amr İbnü’l Cemuh r.a. Hazretleri

Sahabeden Amr İbnü’l Cemuh r.a. Hazretleri, İslâm’dan önce Medine’nin önde gelen şahıslarındandı. Ağaçtan yaptığı ‘Menaf’ adlı bir puta büyük saygı duyardı. Üç oğlu ise müslüman olmuştu. Bir gece Amr b. Cemuh’un oğulları, bir arkadaşlarıyl a birlikte Menaf’ı yerinden aldılar, götürüp bir lağım çukuruna attılar. Kimseye görünmeden de geri döndüler. Sabahleyin saygı için putuna giden Amr, onu yerinde bulamadı… - Yazıklar olsun size! Bu gece tanrımızı kim çaldı? diye söylenmeye başladı. Bağıra çağıra, çevresine tehditler savurarak putunu aramaya koyuldu. Sonunda onu bir çukurda başaşağı devrilmiş olarak buldu. Kaldırıp temizledi, güzel kokular sürdü ve eski yerine koyarak şöyle dedi: - Bu işi yapanı bir bilebilsem, onu perişan ederdim… Ertesi gece gençler yine putu çalıp, bir gün önceki gibi yaptılar. Sabah olunca adam yine onu aradı ve pislikler içinde buldu. Alıp temizledi, güzelce kokulayıp yerine koydu. Gençler ertesi gece yine aynısını yaptılar. Amr’ın sabrı taş...

Efendimiz Ve Bedevi

Hazreti Abdullah (r.a)anlatıyor: "Bir seferde (yolculukta) Peygamber Efendimizin yanına bir bedevî (çölde yaşayan bir göçebe) geldi. Peygamber Efendimiz ona sordu: — Nereye gidiyorsun? Bedevî: — Ehlime (yani ailemin yanına), diye cevaplad ı. Efendimiz: — Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun? diye sordu. Bedevî: "Nedir?" deyince, Efendimiz: — Allah'tan başka bir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, ortağı bulunmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmendir, dedi. Bedevî sordu: — Böyle bir şahitliğe şahit nedir? (Yani Allah'ın bir olduğuna ve seni de elçi olarak seçtiğine inanmam için, göstereceğin delil nedir?) Efendimiz ferman etti: — Vadi kenarındaki şu ağaç, şahit olacak. Hazreti Ömer der ki: "O ağaç, yerinden sallanarak çıktı, toprağı yardı ve Peygamberimizin yanına kadar geldi. Efendimiz, bedevîye söylediği sözlerin doğru olup olmadığını o ağaca üç defa sordu ve ağaç her seferinde Alla...

Hasan ve Hüseyin Hazretlerimiz

Teheccüd vaktiydi.Hz.Hasan teheccüde kalkacaktı..Yanında bir bardak su bulundururdu.Karısı elmas tozu attı içine.Eline alıverdi bardağı. suyu içer içmez bütün iç organlarının yandığını hissetti.düştü bardak elinden Hasanımınnn..Belini dayadı yere yanıyordu içi.Hüseyini çağırın diyordu.Hz.Hüseyin koşuverdi..ne oldu kardeşime.sorma diyordu.içim yanıyor.kim sana bunu yaptı.?..sabııır diyordu..kim yaptı HASAN ? sabıııır diyordu cevap bile vermiyordu.katillerinin adını hiç söylemedi.hayatı boyuncaaa hiçbir katilinin kendisini yoketmeye çalışan hiçbir zalimin adını ağzında terennüm dahi etmedii..ne müthiş bir edep.elimi tutarmısın Hüseyinim. vücudunun kasılıp titrediğini gördü kardeşi.titriyorsun dedi.nasıl titremeyeyim dedi..bak Dedem (s.a.v) orda, babam orda annem Fatıma orda..beni çağırıyorlar..nasıl titremeyeyim sonra o güzelim gözlerini dikiverdi Sevgili Hüseyinine: "Hüseyin bak gelenler var insan değiller, cinde değiller..bana gülümsüyorlar..." ve sonra susuverdi Hasan.......

Harp Hiledir

Gatafan Kabilesinden Nuaym b. Mes'ûd, bu sırada Müslüman olmuştu. Bundan kimsenin haberi yoktu. Rasûlullah (s.a.v.)'la gizlice görüşerek, müşriklerle Yahudilerin arasını açmak için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.): -Harp hile dir, yapabilirsen yap, buyurdu. Nuaym önce Benî Kurayza'ya gitti. -Benim size olan dostluğumu bilirsiniz. Sizin için endişe ediyorum. Mekkeliler bu işten usandı, bırakıp giderlerse, Müslümanlar karşısında yapayalnız kalacaksınız. O zaman hâliniz nice olur? Onlardan bir kaç rehin isteyin, aksi halde yardım etmeyin, dedi. Sonra Ebû Süfyân'a geldi: -Duydun mu, Benî Kurayza anlaşmayı bozduğuna pişman olmuş. Sizi bırakıp giderler diye, Müslümanlarla yeniden anlaşmaya başlamış. Sizden rehin alıp, onlara teslim etmeği vadetmiş, dedi. Ebû Süfyân esasen Yahudilere pek güvenemiyordu. Ertesi gün, denemek için Yahudilerden yardım istedi. Yahudiler hemen rehin istediler. Ebû Süfyân isteklerini kabul etmeyince, her iki taraf da: Nuaym doğru söy...

Cebrail A.s ın 1000 yıllık Namazından Daha Güzel Namaz

Cebrail a.s bir gün kendi yaratılışına bakmış ve Allah'a şükür için 2 rekat namaz kılmış ve bu namaz tam 1000 yıl sürmüş. Cebrail " ya Rabbim benim namazımdan daha güzel namazı olan var mı? " diye sormuş Allah'a. Yüce Mevla cevaplamış " ahir zamanda namaz kılan gençler vardır. onların 2 rekatlık namazı kısacık sürer ama senin 1000 yıllık namazından daha güzeldir...

Peygamber efendimiz (s.a.v)'de latife ederdi.

Yaşlı bir kadın mescide, Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelir ve “Ey Allah’ın Elçisi! Benim için dua et de Allah beni cennetine koysun.” der. “Yaşlı kadınlar cennete giremez.” Kadın üzülür, ağlam aya başlar. Hz. Muhammed (asv)’in yüzünde bir tebessüm yayılır “Üzülme, yani yaşlı değil bir genç kız olarak cennete gireceksin.” der. | İmam-ı Tirmizi, Şemail-i Şerif, s.258

Hazreti ALİ (r.a)'dan 4 Soruya 4 Mükemmel Cevap

Bir adam Hz. Ali’ye geldi ve “Sana sormak istediğim dört sorum var” dedi. İlim Şehrinin Kapısı “Buyur, sor” dedi. Adam sordu. “Vacip nedir? Vacipten evvel vacip nedir?” Hz. Ali cevap verdi. “Tövbe etmek vaciptir günahları terk ise ondan önce vaciptir.” Adam sordu.“Yakın nedir? Yakından yakın nedir?” Hz. Ali cevap verdi. “Kıyamet yakındır ölüm ondan daha yakındır.” Adam sordu.“Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir?” Hz. Ali cevap verdi.“Dünya acayiptir dünyayı sevmek ise ondan daha acayiptir.” Ve adam son olarak, şu soruyu sordu. “Zor nedir? Zordan daha zor nedir?” Ve Hz. Ali, bu son soruya da, şöyle cevap verdi.“ Kabir zordur; azıksız, amelsiz kabre girmek ondan daha zordur.”

HZ. ŞİT (A.S.)

Sit aleyhisselam Adem aleyhisselam'dan sonra gönderilen - ikinci peygamberdir. Adem aleyhisselam'in oglu'dur. Sit aleyhisselamin alnina son peygamber Muhammed (S.A.V.)'in nuru intikal etti ve onun alninda parladi. Hz. Adem bu oglunu diger cocuklarindan cok severdi. Bütün evladi üzerine onu reis yaptigi gibi, vefat edecegi zaman bütün yeryüzünün halifeligi icin onu tayin etti. Sit aleyhisselam babasi Hz. Adem ile veya kardesleriyle beraber Kabe'yi balcik camuru kullanarak tastan yapti. Adem alehisselamin vefatindan sonra, Sit aleyhisselama peygamber oldugu bildirilip vahiy geldi. Allahü Teala Sit aleyhisselama 50 suhuf (sayfa) kitap gönderdi. Hz. Sit'e nazil olan suhuf'da; hikmet ve riyaziye (matematik) ilimleri, kimya, simya ilmi ve cesitli sanatlar, ayrica daha bir cok seyler bildirildi. Sit aleyhisselam dininin esaslari, Adem aleyhisselam'in bildirdigi dinin esaslarina uygun idi. Sit aleyhisselam 1000 sehir kurup sinirlarini tesbit etti. ...

Kanuni'nin Müthiş Rüyasının Hikayesi

Rivayet olunur ki bir kutlu gecede, Kanuni Sultan Süleyman, rüyasında Resulullah efendimizi görür. Sultan Süleyman, peygamber efendimizi takip ederek bugün Süleymaniye''nin inşa edilmiş olduğu yaklaşık yetmiş dönümlük arazinin bulunduğu çok güzel manzaralı tepeye gelirler. Bu tepe, hem Haliç''i hem de Boğaziçi''ni mükemmel bir açıdan görür. Peygamber Efendimiz, Sultan Süleyman''a; “Mihrabı buraya, minberi buraya olsun” der. Kanuni Sultan Süleyman kutlu rüyadan uyanır, şükürler eder. Mimar Sinan''ı çağırtır. Hiçbir açıklama yapmadan büyük bir heyecan ile rüyada gördüğü yere götürür: “Buraya bir cami bir de külliye yapacağız.” diye sözlerine başladığında, Mimar Sinan söze karışır: “Sultanım, mihrabı burada, minberi burada olsun…” Sultan Süleyman şaşırır: “Sinan sen bu işten haberli gibisin” der. Mimar Sinan cevap verir: “Sultanım dünkü rüyanızda ben de bir adım gerinizde geliyor idim'' Der..

Hz. Ali ve Hristiyan

Hz. Ali bir Hristiyana misafir oldu.Adam üzüm getirdi.Hz. Ali üzümü yedi.Sonra üzümden yapılmış şarap getirdi. Hz. Ali buyurdu ki : Haramdır. Hristiyan dedi ki : Siz Müslümanlara şaşarım.   Üzüm helal ,içki haram. Halbuki bu, bundan yapılıyor. Hz. Ali buyurdu ki : Eşin var mı ? Dedi var. Kızın var mı ? Dedi o da var. İkisi de gelsin buraya. Eşi ve Kızı gelince Hz. Ali buyurdu ki :Bu Kız bu Anneden dir, Ama görüyorsun ki ALLAH Annesini sana helal, Kızını ise haram kılmıştır. Hristiyan dedi ki : Şehadet ederim ki ALLAH birdir ve Muhammed O'nun Resulüdür...

Padişahımız ölünce ödersiniz

İyi kalbli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, "Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?" diye sorduklarında, " Padişahımız ölünce ödersiniz " diye cevap veriyordu. Bu duruma şahit olan biri Padişaha gidip, "Efendimiz, sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor. Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek" diye gammazladı. Bu gammazlık üzerine padişah ister istemez endişelendi. Kıymetli bir veziri böyle şey nasıl yapabilirdi. İnanılır gibi değildi. Kendisini çağırıp bunun sebebini sordu. Vezir dedi ki: " Padişahım, söylenenler doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine daha çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum. Bilirsiniz ki her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye ba...

Aç Gözlülük

Halinden çok fakir olduğu anlaşılan bir adam, oltayla balık tutuyordu. Tesadüfen oradan geçmekte olan ülkenin padişahı bu gariban adamla ilgilendi ve ona, " Oltana ben burada iken ilk takılan şey ne olursa sana onun ağırlığınca altın vereceğim " dedi. Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar balıkçıya, " Ne yapalım, şansın bu kadar, oltana ağır bir şey takılmadı " diyerek onu da alıp saraya döndüler. Saraya varınca adamlarına, balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın vermelerini emretti. Kemiği terazinin kefesine koydular, öbür kefesine de altın koymaya başladılar. Beş, on, yirmi, elli diyerek altınları koydular ama kemik yerinden oynamıyordu. Görünüşte dört beş altını zor tartar göründüğü halde, tahminlerin on misli üzerinde altın koydular kemik bana mısın demedi. Altını doldurmaya devam ettiler, terazinin kefesi doldu taştı ama kemik tarafı yerinden kımıldamıyordu. Bunda bir sır olduğunu anladılar. Âlim bir zat çağırı...

Laleli Baba

Laleli Camiini Sultan 3.Mustafa (Padişahlığı 1757-74 yılları arasıdır) yaptırmıştır. Sultan Mustafa bu camii yaptırırken çevrede Laleli Baba namında evliya bir zatın yaşadığını öğrendi. İçinde bu zatla görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak arzusu doğdu. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün Laleli Baba ile görüşmek istediğini bildirdi. Laleli Baba'ya padişahın kendisini ziyaret etmek istediği haberi ulaştırıldı, o da buyur etti. Padişah Laleli Baba'nın sohbetinden gerçekten memnun kaldı. İçinde Laleli Baba ile daha sık görüşme arzusu uyandı. Ayrılacağı sırada bir soru sordu: - Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba? Laleli Baba cevap verdi: - Bu dünyada en güzel şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacetini yapabilmektir. Hükümdar bu cevaptan pek hoşnut olmadı. Başından beri hikmetli konuşmalarıyla herkesi etkileyen bir zata bu cevabı pek yakıştıramadı. Hatta bu cevabı biraz kaba bile buldu. Bundan sonra bir şey konuşulmadı, hükümd...

Şeyhülislam Ebussuud efendi

Kanuni Sultan Süleyman Hanın, vefat ettiğinde yerine getirilmesini istediği bir vasiyeti vardı. Bu vasiyet, şahsına ait özel küçük bir sandığın kendisi defnedilirken mezarda yanına konmasıydı. Hayatı seferlerde geçen Sultan Süleyman yine bir seferde iken vefat etti. Cenazesi İstanbul'a getirilince derhal defin işlemlerine başlandı. Bu vasiyeti üzerine sandık meydana çıkarıldı ve hazır tutuldu. Büyük hükümdarın cenaze töreninde şüphesiz bütün devlet erkanı hazır idi. Şeyhülislam Ebussuud efendiye, Sultan Süleyman’ın böyle bir vasiyeti bulunduğu söylendi. Ebussuud efendi " Zinhar böyle bir vasiyeti yerine getirmeyesiz, dini mübine yani İslam'a uymaz ” dedi. Nihayet vasiyetin yerine getirilmemesi kararlaştırıldı. Küçük sandık mezara konulmadı ama içinde ne vardı, dünyanın en büyük hükümdarının mezarına konmasını istediği şey neydi? Herkesi bunun merakı sarmıştı. Bu vasiyet yerine getirilmediğine göre sandık açılmalıydı. Nitekim öyle yapıldı. Sandığın içi, Kanuni...

Sorumluluk Yükleyin

Vaktiyle her türlü maddi imkana sahip olmasına rağmen can sıkıntısından, hayatın yaşanmaya değmez olduğundan yakınan bir prens vardı. Kardeşleri, arkadaşları gezer, ava gider, eğlenirken o odasına kapanır, sürekli düşünürdü. Oğlunun bu haline hükümdar babası çok üzülüyordu. Bir gün hükümdar, ülkesinin en bilge kişisini sarayına çağırtıp ona oğlunun durumunu anlattı ve buna bir çözüm bulmasını istedi. Bunun için bilgeye bir hafta mühlet verdi. Bir hafta içinde bir formül bulamazsa bunun hayatına mal olabileceğini de söyledi. Yaşlı bilge üç beş gün düşünüp taşındı; aklına hiç bir çözüm gelmedi. Bu nedenle canını olsun kurtarmak için ülkeyi terk etmeye karar verdi. Üzgün, dalgın bir şekilde ülkeyi terk ederken, bir köyün yakınında koyunlarını, keçilerini otlatan küçük yaşta bir çobanla bir süre ahbaplık etti. Bundan cesaret alan küçük çoban yaşlı dostuna, "Amca şu hayvanlarıma biraz göz kulak oluver de, ben de şu görünen köyden azık alıp geleyim, bugün azık almayı unutm...

Şeyh Hüdayi ve Abdülmecit Sivasi arasında geçen dialog

Sultan Ahmed Han, bir gün kendine uygun gördüğü bir hediyeyi şeyhi Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerine gönderdi. Ama Şeyh hazretleri kabul etmedi. Elbette bu kabul etmeyiş, sultana karşı bir tavır anlamına gelmiyordu. Büyüklerden çoğu prensip olarak hediye kabul etmezdi. Sultan Ahmed, şeyhinin kabul etmediği hediyeyi yine bu devrin maneviyat ulularından Abdülmecit Sivasi'ye gönderdi, o kabul etti. Kendisine, padişahın aynı hediyeyi Aziz Mahmud Hüdayi'ye sunduğu ama kabul etmediği de hatırlatıldı. Sivasi hazretleri büyüklere yakışır bir tutum ortaya koydu: " Şeyh Hüdayi bir karga değildir ki leşi kabul etsin " dedi. Aziz Mahmud Hüdayi'ye de, " Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasi kabul etti " dediler. Onun tepkisi de şöyle oldu: " Onun için hiç bir sakıncası yoktur. Çünkü o öyle büyük bir umman büyük bir deniz ki bir parçacık çamurun kendini bulandırmayacağını bilir. "

Aziz Mahmud Hüdayi

Sultan Ahmed Han, tahta çıktıktan bir süre sonra bir rüyasında, Macaristan kralı ile mücadele ederken sırtüstü yere düştüğünü, kralın da üstüne çıktığını gördü. Padişahın bu rüyasını gerek sarayda gerekse saray dışında makul bir yoruma bağlayan çıkmadı. Bunun üzerine padişaha bu rüyasını Üsküdar'da oturan, Aziz Mahmud Hüdayi'ye yorumlatması teklif edildi. Sultan Ahmed rüyasını bir kağıda yazıp cevaplandırması isteğiyle Aziz Mahmud Hüdayi'ye gönderdi. Şeyh hazretleri, hükümdarın adamını dergâhının kapısında karşıladı, elindeki mektubu aldı daha okumadan (Cevabı burada) dedi ve kendi mektubunu verip geri çevirdi. Hüdayi hazretleri, padişahın rüyasını şöyle yorumlamıştı: İnsanın rüyasında rakip karşısında sırtüstü yere düşmesi, gerçek hayatta ona galip geleceğine işarettir. Sırt insanın en kuvvetli yeridir. Toprak da en kuvvetli dayanaktır. Bu ikisi birleşince kuvvet üstüne kuvvet doğar. Kısaca bu rüya İslam'ın kâfirlere galebe edeceğine alamettir. Sultan Ahmed...

Kays

Kays, herkese çok ihsanda bulunan, isteyenlere borç para veren cömert bir zattı. Bir gün hastalanır. Ancak tanıdıkları ziyaretine gelmez. Merak eder, sonunda öğrenir ki, kendisine borçlu olanlar, utandıkları için gelemiyorlarmış. Bunun üzerine (Dostlarımı utandıran, ziyaretten men eden malı Allah kahretsin!) der. Daha sonra bir tellal çağırtıp, her yeri dolaşıp (Kaysın kimde alacağı varsa bağışlamıştır, hakkını helal etmiştir) demesini ister. İlandan sonra Kaysın ziyaretine o kadar çok insan gelir ki, izdihamdan evinin merdiveni kırılır.

İnsanın İçinde İman Olunca...

Bir tüccar sahrada bir yerden bir yere giderken, içinde 800 altın olan, altın torbası heybeden düşer kaybolur. Aramalara rağmen bulamaz. Şu özellikte torba kaybolmuştur, bulup getirene 100 altın hediye vereceğim diye ilan eder. Salih bir genç bu torbayı bulur. Özel dikilmiş torbayı hiç açmadan tüccara götürür verir ve 100 altın hediyesini bekler. Tüccar kendi elleriyle diktiği torbanın hiç açılmadığını görür, kendi elleriyle dikişleri çözer ve içindeki altınları saymaya başlar. Tam tamına 800 altın, yani kaybettiği gibi tam olduğunu görür. Ama bu arada 100 altın hediyeyi vermemek için fesatlık düşünür, gence der ki, tamam sen gidebilirsin. Genç, 100 altın hediyemi versenize der. Tüccar der ki, bu kesenin içinde 900 altın vardı, şimdi ise 800 altın var, yani sen 100 altınını içinden zaten almışsın. Genç, ben içinde altın olduğunu dahi bilmiyordum, hiç açmadan olduğu gibi size getirdim dediyse de tüccar kabul etmez, sen 100 altını almışsın, daha başka şey vermem der. Genç, ...

Bişr-i Hafi Hazretleri

Bişr-i Hafi hazretlerinin tevbesi şöyle oldu: Genç yaşta içkiye müptela olmuştu. Bir gün, yolda sarhoş bir halde giderken, üstünde Besmele yazılı bir kağıt buldu. İçi sızlayıp yerden aldı. Öptü, çamurlarını silip, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinde duvara astı. Gece âlim bir zat bir rüya gördü. Rüyada, ''Git, Bişr'e söyle! (O bizim ismimizi temizledi Biz de onun kalbini temizleriz. O bizim ismimizi büyük tutup yükseğe astı, Biz de onun ismini büyük yapıp, yüksek kullarımın arasına katarız. O bizim ismimize güzel kokular sürdü, Biz de onun şahsını hidayetini kıyamete kadar müslümanlar için güzel kokular saçan yıldız yaptık) denildi. Bu rüya, üç defa tekrar etti. Rüya gören zat, sabah olunca, Bişr-i Hafi'yi arayıp meyhanede buldu. Bişr, gelen zâta dedi ki: - Benimle sizin ne işiniz olabilir? Benden ne istiyorsunuz? - Senin için önemli bir haberim var. - Kimden bahsedeceksin? - Allahü teâlâdan … Bunu duyan Bişr, ağlamaya başladı ve sordu: - Hâlim ma...

Alimin Atının Ayağından Sıçrayan Çamur

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethettikten sonra, İstanbul'a geri dönüyordu. Adana civarına geldiklerinde, şiddetli yağmur yağmış, ortalık çamur içinde kalmıştı. Birkaç gece o havalide konakladıktan sonra, yola çıktılar. İlim adamlarına son derece kıymet veren Yavuz, yanı başında devrin büyük ilim adamlarından Kemal Paşazade ile beraber gidiyorlardı. Bir ara İbni Kemal'in atı tökezleyerek ayağından sıçrayan çamur, Yavuz'un üzerine bulaştı. Bu tökezleme esnasında, hem Yavuz'u ileri geçmiş olmasından, hem de üzerini pislemiş olmasından İbni Kemal korktu. Bu hadise karşısında Yavuz Sultan Selim adamlarına, “Bana yeni bir kaftan getirin ve bu elbisemin üzerindeki çamurları da sakın temizlemeyin! Âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur benim indimde muhteremdir. Ben öldüğüm zaman bu kaftanımı, kefenimle beraber sarın” dedi.

ALLAH vermiyorsa Vardır Bir Hikmeti

Arkadaşı anlatır: Evli bir arkadaşım vardı. Çocukları olmuyordu, bunun için de ailece çok üzülüyorlardı, dualar adaklar yapıyorlardı. Çocuk olursa da illâ erkek evlat istiyorlardı. Ben başka şehre göç ettim. Seneler sonra köyüme ziyaret için geldim. Arkadaşımı aradım, hapiste dediler. Çok şaşırdım, o iyi bir insandı, hapse düşecek bir suç işlemez dedim. Doğru dediler, o yine öyledir ama, Allah düşman başına vermesin, bir oğlu var, yıkıp yakar, çalar çırpar. En son, oğlu şarap içmiş, kavga etmiş, birinin kanına girmiş, şehirden kaçmış. Ayırmak için kavgada babası da olduğundan yakalayıp hapse attılar. Çok şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. Niye böyle hayret ettiğimi sordular; (O, erkek evlat için adaklar yapardı, gece gündüz Allahü teâlâya yalvarırdı, demek ki, bu belayı Allah’tan adaklarla yalvara yalvara istemiş) diye ona hayret ettim.

Şeytanın Halleri

Evliyanın büyüklerinden bir zat, hac zamanında insan kılığına girmiş olan İblisi Arafat'ta gördü. Zayıflamış ve benzi solmuş, gözü yaşlı ve kamburu çıkmış, perişan bir haldeydi. Evliya zat, İblisi tanıyıp ona dedi ki: - Niçin gözün yaşlıdır? - Ticaret yapmak fikri olmadan, sırf Allah rızası için hac yapmaya gelenlerin, bu arzuları yüzünden diğerlerinin de haclarının Allah tarafından kabul edilmesinden korktum. Onun için ağlıyorum. - Seni zayıflatan nedir? - Hacıları getiren atların inlemeden, kişneyerek gelmelerine üzüldüm. Halbuki benim yoluma gidenleri böyle götürselerdi, sevincim çok artardı. - Peki, benzini solduran nedir? - Müslümanların ibadetlerine devam etmeleri ve birbirleriyle yardımlaşmalarıdır. Şayet isyanda yardımlaşsalardı, sevincim artardı. - Seni çökertip, belini büken nedir? - Kulların, (Ya Rabbi, iman ile ölmemi nasip eyle) diye dua etmeleridir. Halbuki ben onları, kendi ibadetlerini beğendirip veya Allah affeder diye yalan yanlış yaptırıp veya son...