Kayıtlar

Haziran 29, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İsteğiniz Sıkıntınız Var MI ?

Gün içinde yazma meselesi ile uğraşıyorum. Akşam elimden geldiğince toparlıyorum yazıları çok geç saatlerde yayınlarım gerçekleşiyor. Ve bundan ötürü sıkıntınız var ise söylemenizi rica ederim. Küçük bir not bu gecelik bu kadar saygılarımla. İyi okumalar. Menkıbelerden ders çıkara bilirseniz ve hayatınızı bir nebze yoluna sokabilirseniz gerçekten ne mutlu bana hayırlı RAMAZANLAR ALLAH ım tuttuğunuz oruçları ve kıldığınız NAMAZ ları kabul eylesin. Bir hafta sonra ALLAH nasip ederse namaz üzerine menkıbeler paylaşıcam şimdiden ALLAH a emanetsiniz.

Ey doğruların yardımcısı olan ALLAH’ım

Gencin biri Kâbe’de hep, Ey doğruların yardımcısı olan Allah’ım, ey haramdan sakınanların yardımcısı olan Allah’ım, sana hamdü sena ederim diye dua eder. Bu durum herkesin dikkatini çeker. Biri, (Neden hep aynı duayı yapıyorsun, başka bir şey bilmiyor musun?) der. O da anlatır: 7-8 sene önce yine Kâbe’de iken içi altın dolu bir torba buldum. Tam 1000 altın vardı. İçimden bir ses (Bu altınlarla, şunları şunları yaparsın) diyordu. Hayır dedim kendi kendime, bu benim değil, başkasının malı, kullanmam haram olur dedim. Bu sırada biri, (Şöyle bir torba bulan var mı?) diye bağırıyordu. Çağırdım onu, nasıl bir torbaydı, içinde ne vardı diye sordum. Torbayı tarif etti ve içinde 1000 altın vardı dedi. Al öyleyse torbanı diyerek verdim. Adam torbayı açıp içinden bana 30 altın verdi. Pazara gittim. Temiz yüzlü genç bir esiri [köleyi] överek satıyorlardı. Gencin temizliği dikkatimi çekti. Yanlarına gittim, bu köle için ne istiyorsunuz dedim. 30 altın dediler. Adamdan aldığım 30 altın...

Sende Sıraya Girdin

Eski zamanlarda, astığı astık kestiği kestik, karşı tarafın sözünü dinlemeden, araştırmadan karar veren bir hükümdar vardı. Bu hükümdar, bir gün hanımı ile sarayının geniş bahçesinde dolaşıyordu. Sarayın bahçıvanı da, bahçenin bakımını yapıyordu. Bahçıvan, hükümdarın hanımı ile beraber kendi tarafına doğru geldiğini uzaktan görünce, onu hanımının yanında rahatsız etmemek için ortadan kaybolmak, görünmemek istedi. Fakat nereye giderse gitsin, hükümdar kendisini görecekti. Nasıl ortadan kaybolayım diye düşünürken, altında bulunan ağacın üstüne çıkmak aklına geldi. Hemen bir hamlede ağaca tırmandı. Yapraklarının arasına saklandı. Olacak ya hükümdar da hanımıyla beraber o ağacın altına oturmaz mı? Hükümdarın hanımı ortalıkta kimse olmadığı için kocasıyla rahat konuşuyordu. Bir ara hanımı istirahat için sırt üstü yere uzandı. Bu esnada, yukarı doğru bakınca yaprakların arasındaki bahçıvanı fark etti. Derhal toparlanıp hiddetle bağırdı: “Seninle baş başa hiç konuşamıyacak mıyım...

Kadının üç kusuru

Hazret-i Ömer, hilafeti zamanında Hımıs ileri gelenlerine bir mektup yazıp, çevredeki fakirlerin kendisine bildirilmesini isteyerek yardım edeceğini bildirdi. Hımıs'lılar Şam ve civarında bulunan fakirlerin bir listesini Halife Hazret-i Ömer'e arzettiler. Hazret-i Ömer gelen listeyi açıp baktığında listenin başında kadı olarak tayin ettiği Sa'd bin Amir'in ismini görüp listeyi getirenlere hakiminin mali durumunu sordu. Onlar, (Hakimimiz hakikaten gayet fakirdir. Elinde avucunda olanı fakir fukaraya dağıtıyor, rüşvet olacağı korkusundan, bizim de en küçük bir hediyemizi bile kabul etmiyor) dediler. Hazret-i Ömer sordu: - Allah'tan bu kadar korkan hakiminizin hoşunuza gitmeyen tarafları da var mı? Evet diyerek kusurlarını şöyle sıraladılar: 1- Vazifesine sabah namazından sonra başlaması gerekirken kuşluk vakti başlıyor. 2- Evine çekilir aramıza girmez. 3- Haftada bir gün, evinden dışarı bile çıkmaz. Kapısı arkasından kilitlidir. Hazret-i Ömer, onlara bir kıs...

Hakem tayin etmek normaldir

Peygamber efendimizin vefatlarından sonra, İslam düşmanları, Müslümanların arasındaki iman birliğini bozmak istedi. Abdullah ibni Sebe isimli Yemenli bir Yahudi, Müslümanlar arasında ilk fitneyi çıkardı. Hazret-i Osman'ın şehid edilmesine, Cemel ve Sıffin savaşlarının meydana gelmesine sebep oldu. Bilahare, Hazret-i Ali, Hazret-i Osman'dan sonra halife olunca, iki taraftan toplam 70 bin kişinin şehid olduğu Sıffin savaşı sonunda, olayın çözülmesi hakemlere bırakılmıştı. Bazı kimseler hakem olayına karşı çıkıp, Hazret-i Ali'den ayrıldı. Bunlara "Harici" dendi. Bunlar her iki tarafa da kötü söz söylediler. Büyük günah işleyen kâfir olur dediler. Devlete isyan eden Dahhak bin Kays el-Harici, silahlı adamları ile bir gün İmam-ı a’zamın yanına gelip der ki: - Hakem olayının uygun olduğunu söylediğin için tevbe ediyor musun? - Siz beni öldürmek için mi geldiniz, yoksa hakkın ortaya çıkması için mi? - Maksadımız öldürmek değil, âyet ve hadislerle hakkın ortaya ç...

Hafıza meselesi

Padişah, okunan bir şeyi bir dinleyişte ezberlermiş. Birinci vezir 2 defa okunanı, ikinci vezir de 3 defa okunanı ezberlermiş. Şair Abdülbaki efendi, yeni yazdığı bir şiiri, Padişaha takdim edince, Padişah, oku bakalım der. Şiir hoşuna gidince Padişah bir latîfe yapmak ister: - Burada herkes bu şiiri bilir. Neresi yeni bunun? Yoksa sen, bilmez mi sanıyordun? Şair şaşırır: - Efendim nasıl olur, bu şiiri yeni yazdım ve ilk defa burada okudum. Bilmeniz nasıl mümkün olur? - Bak şimdi ben okuyorum sen dikkatle dinle! Padişah şiiri okur ve şairin çok fazla şaşırdığını görünce, iki defa dinlediği için ezberleyen birinci vezire dönüp der ki: - Abdülbaki efendi iyice tatmin olması için, bir de şiiri sen oku bakalım! Şairin şaşkınlığı iyice artar. Padişah ikinci vezire der ki: - Bir de sen oku da, Abdülbaki efendi iyice kanaat getirsin artık. O da yanlışsız okur. Şair ne diyeceğini şaşırmış vaziyette iken, Padişah durumu anlatır ve hediyelerle uğurlar.

Yavuz Sultan Selim

Yavuz Sultan Selim Han, Mısır'ı fethetmiş ve hilafet 1516 yılında Abbasilerden Osmanlılara geçmişti. Cuma günü Ümeyye Camiinde Cuma namazı kılınırken, imam Hutbede halifenin ismini zikredip (Hakim-ül harameynişşerifeyn = Mekke ve Medine'nin hükümdarı) dedi. Yavuz hemen oturduğu yerden ayağa kalkarak, (İmam efendi, Hakim-ül harameyn deme, Hadim-ül harameyn = Mekke ve Medine’ye hizmet eden de) dedi.

Hazineye de darı ektirecek

Bir hükümdar maiyetiyle birlikte gezintiye çıkmıştı. Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü, gayreti hoşuna gitti, yanına gelip latife yapmak istedi: - Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden belki de yiyemezsin. İhtiyar cevap verdi: - Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yiyorsak, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer. Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve mükafat olarak ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti. İhtiyar bu ihsanı tebessümle karşıladı: - Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi. Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü güldü: - Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyve verdi. Bu cevap da hükümdarın ...

Eski bir çorabı bile götüremedim

Adamın biri oğluna; (Senden iki isteğim var, birincisi, öldüğüm zaman ayağımın birine eski bir çorap giydirmeyi ihmal etme. İkincisi ise şu ağzı kapalı mektubu beni defnedinceye kadar açma, defnettikten sonra aç oku) diye vasiyette bulundu. Zaman geldi adam öldü. Kefeni saracağı zaman, oğlu babasının vasiyetini arz ederek, (Babama mutlaka bir eski çorap giydireceğiz) dedi. İmam, (Olmaz, dinimize göre ölü kefenden başka bir şeyle gömülmez) dedi. Çocuk ısrar etti, ama fayda vermedi. Definden sonra oğlu babasının bıraktığı mektubu okumaya başladı: “Oğlum! Görüyorsun ya, o kadar malım mülküm olduğu halde, bir eski çorabı bile beraber götüremedim. Elbette bir gün sen de benim gibi öleceksin. Sana da birkaç metre kefenden başka bir şey vermeyecekler. Sana bıraktığım malı, iyi harca, sarf edeceğin yerleri iyi seç. Beş vakit namazını ve diğer ibadetlerini sakın aksatma, dinde bildirildiği şekliyle tam yap. Çünkü senin kabre götüreceğin amelinden başka bir şey değildir.”

Dört kuş dört arzu

Bir gün İbrahim aleyhisselam, kokmuş, parçalanmış bir ceset görüp, Allahü teâlâya der ki: - Ya Rabbi, parçalanmış bu cesedi elbette diriltirsin. Bunun nasıl diriltildiğini bana göster ki, gözümle görüp kalbim mutmain olsun! Cenab-ı Hak buyurdu ki: - Dört ayrı cins kuş bul ve hepsini kes! Her kuşu yedi parçaya böl, her birinden birer parça alarak yedi dağın üzerine koy! Dört kuşun başlarını elinde tut! Sonra, (Allah’ın izni ile gelin!) de! İbrahim aleyhisselam emredileni aynen yaptı. Havada dört tane başsız kuş cesedi meydana geldi. Sonra her biri gelip kendi başıyla birleşti. Bu kuşlar, tavus, horoz, güvercin ve karga idi. Tavus , ziyneti, süsü temsil eder. Nefs tavusunun başını koparan kimse, gözlerini dünya süslerine kapatabilir. Horoz , şehvete düşkünlük timsalidir. Nefs horozunun başını kesebilen kimse, şehvetlerin zararlarından kurtulur. Güvercin , heveslerin sembolüdür. Nefs güvercininin başını kesebilen kimse, heva ve heveslerine uymaktan kurtulur. Karga , ihtiras işareti...

Sahih-i Buhari

Dinimizde Kur'an-ı kerimden sonra en kıymetli kitap Sahih-i Buhari ‘dir. İmam-ı Buhari hazretleri, çok titiz davranır, bir hadis sahih bile olsa, en ufak bir şüphe olsa, onu kitabına almazdı. Kendisine birçok sahabi ile görüştüğü bilinen bir zattan söz edildi. Her zaman yaptığı gibi uzun bir yol kat ederek bahsedilen zatı buldu. Adamın, boşanmış olan devesini boş torba ile aldatarak yakalamaya çalıştığına şahit oldu. Bu halde hiçbir şey sormadan geri döndü. Niçin hadis almadığını soranlara, (Doğru söylese bile, devesini aldatmaya çalışan adamın naklettiği hadisi kitabıma almam) dedi.

Diğer kardeşlerin duymasın

Padişah dilencinin birine bir altın verir. Dilenci bunu az görüp, (Ama padişahım insan kardeşine bu kadar az verir mi?) der. Padişah, (Seninle nereden kardeş oluyoruz) der. Dilenci, (Hepimiz Hazret-i Âdem’in çocukları değil miyiz?) der. O zaman dilencinin kulağına eğilir, yavaşça, (Sakın diğer kardeşlerin duymasın eline bu kadar da geçmez) der.

Şit aleyhisselam

Şit aleyhisselam 1000 sene yaşıyor. 500 yaşındayken diyorlar ki kaldığın yer rahat değil, sana şöyle daha rahat bir yer hazırlayalım. Diyor ki: - 500 sene ömrüm kalmış, 500 sene için değer mi? Diyorlar ki: - Ahir zamanda öyle bir ümmet gelir ki ömürleri 50-60 sene olur, ama bir ev yetmez 2,3 hatta köşkleri sarayları olur. - Yaa, öyle mi, der, o zaman desenize onların ömürleri gibi akılları da kıt olur.

Derviş ve para

Padişahın biri, adamlarından birine bir miktar para verip şehir içindeki dervişlere dağıtmasını söyledi. Adamcağız bir çok dervişin yanına gidip geldi ve ancak parayı olduğu gibi geri getirip padişaha iade etti. Padişah, (Niçin dağıtmadın?) diye sordu. Adam, (Padişahım verecek derviş bulamadım) dedi. Padişah, (Nasıl olur, şehirde yüzlerce derviş vardır) deyince adam, (Efendim, dervişler para kabul etmiyorlar. Para alanlar ise zaten derviş değil ki) diye cevap verdi.

Cömertlik Yarışı

Yemen hükümdarı, oldukça cömert idi. İhsanları her yere yayılmasına rağmen, Hatim-i Tai’nin cömertliğinden bahsedilmesine tahammül edemez. Sarayında herkese büyük bir ziyafet verir. Zengin fakir herkes yer. Halkın, (Hükümdarın ziyafeti ne kadar muhteşem oldu, neredeyse Hatime yaklaştı) dediğini duyunca, Hatim sağ kaldıkça, cömertlikte birinci olmasına imkan olmadığını anlar, onu öldürtmeye karar verir. Çok güçlü bir genç bulup eline yirmi altın verir. İşi bitirince de, yirmi altın daha vereceğini söyler. Genç, sora sora Tay kabilesine kadar gelir. Güler yüzlü, kendisi gibi yiğit bir gençle karşılaşır. Bu sevimli genç (Hoş geldin yiğit. Çok yorgun olduğun anlaşılıyor. Bu gece misafirim ol!) diyerek evine götürür. Gece, misafirine çok ikram ve ihsanda bulunur. Sabah olunca, misafir gitmek isteyince, birkaç gün daha kalmasını ısrar eder. Misafir der ki: - Çok önemli bir işim var. Bir an önce gitmem gerekir. İyilik ve hizmet etmekten zevk duyduğu anlaşılan ev sahibi der ki: - İ...

Şibli hazretleri ve Harun Reşid

Şibli hazretleri bir gün Hicaza gitmek için yola çıkar, yolu Bağdat’tan geçer. O zamanın halifesi Harun Reşid, Şibli hazretlerinin Bağdat’a geldiğini duyar. “Biz mi ziyaretine gelelim yoksa o mu bizim sarayımıza şeref verir?” diye haber gönderir. Şibli hazretleri biz halifenin yanına geliriz der. Ve saraya gider. Halife, Şibli hazretlerine, “Bana bir nasihat eder misiniz efendim” der. Şibli hazretleri de “Bana bir bardak su getirin” der. Halifeye, “Eğer çölde susuz kalsanız, ölmek üzere olsanız, biri elinde bir bardak su ile çıkıp gelse, dese ki bu bir bardak suyu sana veririm ama servetinin yarısını isterim, verir misin? Halife düşünür ve elbette veririm der. Şibli hazretleri, “Peki bu suyu içtin, çıkaramıyorsun [vücudundan dışarı çıkmıyor, bir hastalık var], bir doktor gelse, ben o suyu dışarı çıkarırım fakat servetinin diğer yarısını isterim, verir misin?” Harun Reşid düşünür ve elbette veririm der. Şibli hazretleri, “ O halde bir bardak su bile etmeyen servetine güvenm...

Bu nasıl tevekküldür

Şakik-i Belhi hazretleri, bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin neşeden oynadığını gördü. Ona sordu: - Herkes kıtlıktan, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verdi: - Benim efendimin 7 tane köyü var, her ihtiyacımızı efendimiz bol bol sağlıyor. Şakik-i Belhi hazretleri, kıtlıktan muzdarip talebelerine buyurdu ki: - Kendimize gelelim! Bir köle efendisinin yedi köyüne güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Dünyadaki bütün köylerin, şehirlerin sahibi ve her canlının rızkına kefil olan Allahü teâlâya bu nasıl tevekkül ki hâlâ biz rızk endişesi içindeyiz?

Sabit (rahmetullahi aleyh)

Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı a’zam isimli eserinde şöyle yazılıdır: İmam-ı a’zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi. Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi. Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve ve...

Hasan-ı Basri hazretleri ölmeden önce gelen, zamanında gelmiş olur.

Hasan-ı Basri hazretlerine 90 lık bir ihtiyar gelir, ben tevbe edip doğru yola girmek istiyorum der, O mübarek zat da latife yapmak ister, (Beybaba, biraz geç olmadı mı?) der. İhtiyar, (Neresi geç ki, ölmeden geldim ya) der. O zaman Hasan-ı Basri hazretleri, (Doğru söyledin efendim, ölmeden önce gelen, zamanında gelmiş olur) der.

Tarafımız belli olsun

Bir gün Nemrut, İbrahim aleyhisselamı ateşe atmaya karar verir. O kadar büyük bir ateş yakar ki bu sefer kendisi ateşe yaklaşamaz. Bir mübarek zat, bakmış bir karınca ağzına su alıyor, uzaktan getiriyor ateşi söndürmek için. Fakat yaklaşamıyor, yakın bir yere bırakıyor. Evliya zat sormuş: - Ne yapıyorsun sen? Karınca, demiş ki: - Sorma, Allah'ın Peygamberini yakacaklar. Ateşi söndürmeye çalışıyorum. O zat sormuş: - Senin bu küçük cüssenle taşıdığın bir damla su ile bu koca ateş söner mi? -  Tarafımız belli olsun.Vallahi Cenab-ı Allah herkese gücüne göre hesap sorar. Benim gücüm bu kadar. Öbür taraftan bir yılan da devamlı ateşi körüklüyor. Demiş ki : - Böyle ne yapıyorsun? Yılan demiş ki : - Bugün bayram! Bir Peygamber yanacak. Bu da gücü nispetinde elinden gelen kötülüğü yapmaya çalışıyor. Demek ki yüce Allah hayvanları nasıl iki grupta yaratmışsa, insanları da iki grupta yaratmış : Biri ateşi körükleyenler, diğeri ateşi söndürenler. Cenab-ı Hak bizi ateşi söndürenlerden eyles...

Baykuş

Hayat-ül hayvan kitabında bildiriliyor ki: Süleyman aleyhisselam bütün hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizelerinden biriydi. Gökte tahtı ile gezerdi. Bir gün baykuş Süleyman aleyhisselama selam verdi. Süleyman aleyhisselam selamını alıp ona sordu ki: - Niçin buğday yemezsin? - Âdem aleyhisselam onun yüzünden Cennetten çıktığı için. - Niçin su içmezsin? - Nuh aleyhisselamın kavmi suda boğulduğu için. - Niçin hep harabelerde bulunursun? - Harabeler Allahü teâlânın mirasıdır. - Niçin evlerde ötersin? - İnsanları ikaz için. Önlerinde şiddetli tehlikeler varken nasıl gafletle uyurlar. Böylesine yazıklar olsun! - Gündüzleri niçin çıkmazsın? - İnsanlar bana zarar verebilirler. - Öterken ne dersin? - Tesbih okur bir de "Ey gafiller, çıkacağınız uzun sefer için azık hazırlayın!" derim. Süleyman aleyhisselam baykuştan daha nasihatçı kuş olmadığını söyledi. (Berika)

Bülbül

İbrahim aleyhisselamı ateşe attıkları zaman bütün melekler, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlaştılar ve etrafında toplanıp, İbrahim aleyhisselama bir yardım yapabilmenin çaresini aradılar. Bunların arasında zayıf bir bülbül yavrusu vardı. Kendini ateşe atacağı sırada Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselama emredip buyurdu ki: - O kuşu tut ve ne dileği olduğunu sor. Cebrail aleyhisselam kuşu tutup istediğini sorunca, kuş dedi ki: - Halilullahı ateşe atıyorlar. Madem ki kurtarmaya kâdir değilim, bari onunla beraber ben de yanayım. Hak teâlâ buyurdu ki: - O kuşun benden dileği nedir? Bülbül şöyle arz etti. Benim dünyada, Hak teâlânın adını anmaktan başka arzum yoktur. Bin bir ismi olduğunu işittim. Yüz birini biliyorum. Dokuz yüz ism-i şerifini de bilmek isterim. Hak teâlâ kuşun dileğini yerine getirdi. Şimdi sahralarda feryat eden bülbül, Hak teâlânın ismini söylemektedir. Nemrud’un ateşi, İbrahim aleyhisselama gülistan olunca, bülbül gelip gül ağacında nağmeye başladı. O zamandan kıyamete...